4 Haziran 2011 Cumartesi

Saplantı VI

Karanlık ve yağmurlu bir cuma gecesi, insanlar yağmurdan kaçmak için koşarak sağa sola dağılıyorlardı. Binanın ışıkları yerlerde biriken yağmur sularına vuruyor ve yağmur suları, kimsenin fark etmediği, üzerine basarak dağıttığı inanılmaz renklere dönüşüyordu. Nehrin karanlığa boğulmasını engelleyen köprü ışıkları da geceye meydan okurcasına yansıdığı nehirde büyüyerek dağılıyordu. 
Köprünün tırabzanlarına yaslanan genç kadın, yağmura aldırmadan gözlerini karanlık gökyüzüne dikmiş, saçlarından önce kayalıklara sonra nehre damlayan yağmur damlalarının sesini dinliyordu. Kısık gözleri oldukça bitkin görünmesine rağmen keskin bakışları simsiyah bulutları delip geçiyor gibiydi. 
Hızla akan köprü trafiğinde yavaşlayıp kadının hemen arkasında duran siyah bir arabanın ışığı kadını aydınlattı. Gri bir atlet üzerinde siyah uzun bir hırka ve altına giydiği siyah eşofmanıyla tamamen  ıslanmış olan kadın, bakışlarını nehre doğru indirdi. 
Arabadan inen otuz yaşlarında, siyah takım elbiseli adam elindeki şemsiyeyi açarak kadına doğru yürüdü. Kadının yanına geldiğinde bir eliyle şemsiyeyi tutarken diğer eliyle, ıslanmaması için, kadını kendine doğru çekti. Kadın hiç tepki vermeden hatta adamın yüzüne bakmadan derin bir nefes aldı;
-Nerden bildin burada olduğumu?
-Bilmiyorum telefonunu açmayınca kendimi burada buldum. (Hyun Bin)
-Ben de yağmur başlayınca kendimi burada buldum.
-Daha ne kadar böyle devam edeceğiz? (Hyun Bin)
-Bilmiyorum, ne yapmalıyız?

Kadın son sözünü söylerken adamın gözlerine bakıyordu. Hyun Bin elindeki şemsiyeyi atıp kadının omuzlarından tuttu ve onu kendine doğru çevirdi. Gözlerinin içine bakarak ellerini sıkıca kavradı;
-Evlenelim! (Hyun Bin)
Kadın hiçbir şey söyleyemeden şaşkınlıkla adama bakıyordu. Hyun Bin onu kendine doğru çekip sıkıca sarıldı;
-Evlenelim, hemen.. (Hyun Bin)

Yağmur iyice yavaşlamış ve yağmur damlalarının sesi yerini hafifçe esen rüzgarın uğultusuna bırakmıştı. Balkon kapısını yavaşça açıp kendini yağmurdan sonra gelen serin rüzgara bıraktı. Hem az önce tamamen ıslanmış olmasının hem de  havanın iyice serinlemiş olmasının etkisiyle titreyen dudakları bir şeyler mırıldanıyordu; "Evlenelim, hemen.."
Evlenmeyi daha önce hiç düşünmediği belli oluyordu ama Hyun Bin'e hemen "Hayır" diyememişti. Nedenini kendi de anlamıyordu ama Hyun Bin'de onu rahatlatan bir şeyler vardı. Yamashita öldükten sonra Japonya'da yaşadığı bunalımlı günler hatta aylardan sonra kendini zorlayarak Kore'ye gelmişti. Seul tamamen boşalmış gibiydi, tanıdığı sevdiği hiç kimse hiçbir şey kalmamıştı. Anıları vardı sadece, dört yıl önce bu şehirde yaşadıkları vardı. Tam da o dönemde Hyun Bin'le karşılaşmış ve biraz huzur bulabilmişti.
Hyun Bin, dört yıl önce arkadaşlarıyla Kore'ye ilk adım attığında tanıdığı ve konuşabildiği ilk kişiydi. Ve dört yıl sonra önceki gelişinden tamamen farklı bir ruh haliyle Kore'ye tekrar döndüğünde yine karşılaşıp konuştuğu ilk kişi olmuştu. Yaklaşık yedi aydır oldukça sık görüşüyorlardı. Hyun Bin'in içten gülümsemesi onu rahatlatıyor, hatta bazen bütün yaşadıklarını unutturuyordu. Ama onun Kore'ye geldiğinden beri hayal ettiği tek şey kendini toparlayınca Junki'nin karşısına çıkmaktı, önceki olaylar hiç olmamış gibi, Kore'ye yeni gelmiş gibi, hayallerindeki gibi olacaktı her şey. Onu ayakta tutup her geçen gün daha iyi hissedebilmesinin tek nedeni buydu. Bu bomboş ve yabancı şehre katlanabilmesinin tek nedeni buydu.
Junki'yle tanışıklığı da kitabın promosyonları sırasında olmuştu. Geçen hafta Junki'ye mail atmış ve onunla yakında görüşmek istediğini söylemişti. Çok kısa bir süre sonra Junki'den cevap gelmiş ve ne zaman isterse görüşebileceklerini söylemişti. Bir haftadır bu haberin sevinciyle planlar yapıyordu.


Elinde iki bardakla balkona gelen Hyun Bin, bardaklardan birini Scare'a uzattı. Bardağı almak için ona doğru dönen Scare yine o gülümsemeyle karşılaştı;
-Bana cevap vermeyecek misin? (Hyun Bin)
-Sence cevabım ne olacak? (Scarecrow)
-Vereceğin cevabı mı vermeni istediğim cevabı mı soruyorsun? (Hyun Bin)
-Sence ikisi farklı mı? (Scarecrow)
-Evet. (Hyun Bin)

Scare Hyun Bin'e dönerek gülümsedi, elindeki kahveyi arkasındaki masaya bırakıp Hyun Bin'in elini tuttu;
-Yanılmıyorum değil mi? (Hyun Bin)
-Yanılmıyorsun. Evlenmek hayatımda olmasını istediğim şeylerden biri değil. (Scarecrow)


Kahvelerini bitirip içeri girdiler, Hyun evine gitmek üzere vedalaşıp çıktı. Scare kapıyı kapatıp, ısrarla çalan telefonunu açtı;

-Scare duydun mu? (Mikushi)
-Ne oldu, neyi duydum mu? (Scarecrow)
-Junki... (Mikushi)
-Bir şey mi olmuş? (Scarecrow)
-Yok bir şey olmamış, yani aslında olmuş da... (Mikushi)
-Kızım hasta etmesine insanı ne olmuş söyle (Scarecrow)
-Evlenmiş... (Mikushi)
-Neee? Ne zaman? Nerde? Kiminle? Yuh sen ordan nasıl duydun da ben duymadım? (Scarecrow)
-Bugün evlenmiş, Seul'de tabi ki, ben duyarım her ne kadar yazar gibi görünsem de aslında gazeteciyim. (Mikushi)
-Kiminle sorusunu geçiştirdin mi bana mı öyle geliyor? (Scarecrow)
-Geçiştirdim.. (Mikushi)
-Söyle.. (Scarecrow)
-Buna hazır olduğunu sanmıyorum (Mikushi)
-Hemen söyle ya da intihar et (Scarecrow)
-Dur Chill'e veriyorum o söylesin, ben yapamıycımmm (Mikushi)
-Scare nasılsın, Hyun nasıl? (Churchillll)
-Hala bekliyorum.. (Scarecrow)
-HyoRi.. Lee HyoRi (Churchillll)

diyip telefonu kapatan Chill, korkudan telefonu Miku'nun eline tutuşturdu. 

Aldığı haberle resmen sarsılan Scare, telefonu elinden düşürdü. Elini uzatıp koltuğa tutunarak oturdu. Öfkeden deliye dönmüştü, hemen bilgisayarını açıp, maalesef, haberi doğruladı. Karşısında açılan sayısız resimde Junki'nin elini tuttuğu beyaz gelinlikli kişi Hyori'ydi.
Delirmiş gibi bütün gece odasında dolaşıp durdu, kendini aldatılmış, kandırılmış, bir kenara atılmış hissediyordu. Oturup üzülüp ağlamak yerine belki de karakteri gereği sadece öfke hissediyordu. Bu öfkenin büyük nedeni muhtemelen evlenince soyadı bile değişmemiş olan Lee Hyori'ydi. 
Sabah olduğunda Scare saatlerdir baktığı tavandan nihayet gözlerini ayırıp ayağa kalktı. Telefonunu alıp Hyun'u aradı;
-Fikrimi değiştirdim teklifini kabul ediyorum. (Scarecrow)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder