"Sana anlatamadığım için üzgünüm ama bir süredir bitirmeyi düşünüyordum, üstüne bir de bu sorun ortaya çıkınca daha fazla uzatmanın anlamı yok diye düşündüm. Umarım bundan sonraki hayatın umduğun gibi geçer."
"Umduğun gibi..."diye söylenip kağıdı bulduğu yere, ceketin cebine, tekrar koydu. Hiç bir şaşkınlık ya da kızgınlık ifadesi yoktu yüzünde. Alıştığı bir durum sayılabilirdi, sekiz yıllık evliliğinde bunun gibi sayısız durumla karşılaşmıştı ve hiç birinde konuyu uzatmamış, bilmiyormuş gibi davranmaya devam etmişti. Sebebi ne kocasına aşık olması ne de altı yaşındaki kızının geleceğini düşünmesiydi. Sebebi yoktu!
Ona öğretilen, gösterilen hayat tarzı buydu ve bunu değiştirecek kadar idealist değildi. Yaşamak sadece yaşamaksa o da zaten yaşıyordu. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu, bir ailesi, bir evi, bir işi vardı, başka neye ihtiyacı olabilirdi ki?
Düşüncelerinden sıyrılıp mutfağa doğru ilerledi, akşam yemeği için hazırladığı tavukları fırın tepsisine dizdi, suihankiye yıkadığı pirinçleri koydu.
Salona geçip pencereden dışarı bakarak kocası ve kızının gelişini beklerken bir yandan da tv nin yükselen sesiyle haberlere kulak veriyordu. Oldukça ilgisini çeken bir haberle tv ye doğru döndü; ".... her şeye rağmen kariyerine yazarak devam eden Mikushi Kuto'nun yeni kitabı "Kiraz Yedim" kitapçılarda yerini alırken şimdiden önceki kitaplarından daha fazla ses getireceğe benziyor..."
Haberi dikkatle dinleyip kafasını ahşap kitaplığının orta rafına çevirdi ve aynı yazara ait olan "Kiraz Ağacı", "Kiraz Mevsimi", "Bahar Kirazı" ve "Kiraz Çiçeği" adlı kitaplara göz gezdirdi. Yazarın kitaplarını severek okuduğu belliydi.
Mutfağa doğru yöneldiği sırada duyduğu araba sesiyle kapıya yürüdü, kapıyı açıp gülümseyen bir yüzle kendine doğru koşan Chie'yi ve arabayı kitleyen Yoko'yu gördü.
Yoko'yla lisede tanışmışlardı ve yaklaşık dört yıl flört dönemi yaşadıktan sonra evlenmişlerdi. Sekiz yıl mutlu ve huzurlu süren aşk evlilikleriyle şekil değiştirmişti, bitmemişti ama yabanileşmişti. Yoko -neyin eksikliğini hissederek bilinmez- birçok ilişki yaşayarak onu aldatmış, her seferinde ilişki bittiğinde ağlayarak itiraf etmiş ve onu ne kadar çok sevdiğini anlatmıştı. Yoko onun için bir kocadan daha çok, çok sevdiği bir arkadaşı olmuştu her zaman. Belki de Yoko'yu iten sebep buydu, bu yüzden ne zaman kocası bir ilişkiye başlasa gözlerinden değil nefes alışından bile bunu anlayabiliyordu. Ama hiç bir zaman bu durumu yüzüne vurmamıştı.
İşte yine aynı yüz ifadesi, muhtemelen bu gece bir itiraf seansı düzenlenecek, diye düşünerek mutfağa yöneldi. Sakin bir yemeğin ardından Chie'yi yatırdıktan sonra salonda tv nin karşısında umutsuzca oturan Yoko'nun yanına oturdu. Az sonra Yoko ona doğru döndü;
"Eylül sana anlatmam gereken bir şey var." diyerek gözlerinin içine baktı. Eylül ona doğru dönerek suratına merakla dinliyormuş ifadesi takındı. Ama bu sefer Yoko'nun ifadesi oldukça tuhaf görünüyordu. Yoko bir an duraksadıktan sonra devam etti;
"Ayrılmak istiyorum."
Eylül duyduğu şeyi duyup duymadığından emin olmak istercesine kafasını yana doğru eğdi ve Yoko'nun yüzüne daha dikkatle baktı. Evet, kesinlikle duymuştu. Böyle bir şeyi asla duymayacağından o kadar emindi ki ne vereceği konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Ama içinde bir şey öfkeden delirmiş gibiydi.
"Sanırım aşık oldum."
"Aşık mı oldun? Bana olduğun gibi mi?" diyebilmişti Eylül, bütün sakinliğini korumaya çalışarak.
"İnan şu an yeterince zor benim için..." ayağa kalkıp tepesinde konuşan Yoko'nun söylediklerini artık duymuyor, beyninde oluşan milyonlarca fikirle savaşıyordu.
Yıllarca tek istediği şey huzurlu bir hayat mutlu bir aileyken ve bunun için en zavallıca durumlarda bile sessizliğini bozmamış her şeyi görmezden gelmişken bu adam sadece aşık oldum deyip her şeyi mahvedebiliyor, diye düşünürken bir yandan da ağlamamak için kendine hakim olmaya çalışıyordu. Son bir kez hala konuşmakta olan Yoko'ya baktı sonra kalkıp odasına gitti ve kapıyı kitledi ve bütün gece çıkmadı.
Güneş doğduğu sırada yüzünü gömdüğü ıslak yastıktan başını kaldırıp doğruldu. Pencereye doğru yürüyüp dışarıyı seyretmeye başladı.
Yoko uyandığında kendini oldukça rahatlamış hissediyor ve durumu sevgilisine anlatmak için sabırsızlanıyordu. İki gündür uğramadığı eve doğru yola çıktı.
Eve vardığında saat dokuz olmuştu, cebinden anahtarı çıkarıp yavaşça kapıyı açtı, Suflör'ün hala uyuduğunu düşünerek yatak odasına yöneldi, o sırada arkasından gelen bir sesle durakladı;
"Ne cesaretle buraya gelebiliyorsun?"
Suflör solgun yüzüyle ve dağınık saçlarıyla oldukça bitkin görünüyordu.
"Seninle konuşmaya geldim, sana her şeyi anlatacağım."
"Her şeyi anlatman kimin umrunda, ne yaşadığımı biliyor musun?"
Yoko durumu anlayamamanın verdiği şaşkınla Suflör'e bakıyordu. Ne yaşamış olabilirdi ki? Sadece iki gündür görüşmemişlerdi ve bebek konusunu içine sindirebilmesi için bu süre uzun sayılmazdı. Yoko bunları düşünürken Suflör'ün yüzündeki öfke gitgide artıyordu;
"Sana doğurmak konusunda baskı yaptım mı? Sadece ne yapacağımı bilemediğim için sana anlattım, en azından sadece kart bırakıp gitmek yerine o an yanımda olabilirdin."
Suflör bir yandan ağlarken bir yandan bağırarak konuşmaya devam ediyor, Yoko şaşkınlıkla ne söylediğini anlamaya çalışıyordu;
"Ne kartından bahsediyorsun?"
Suflör bir an bağırmasına ara verdi, kızarmış gözlerini Yoko'ya dikti, sonra telefonun yanında duran kartı ona uzattı;
"Önerdiğin doktora gittim, merak etme. Bu lanet dünyaya bir bebek getirmek gibi bir düşüncem yok!"
Yoko eline aldığı karta baktı, sonra da Suflör'e. Bütün bu karışıklıkta tek anlayabildiği şey Suflör'ün bebeği aldırdığıydı. Yoko ağlayarak "Bu kartı ben bırakmadım" dedi ve hızla dışarı çıktı.
Eylül Chie'yi okula gönderdikten sonra günlük işlerine geri döndü, kafasından kovmaya çalıştığı geceki konuşmalar onu rahat bırakmıyordu. Soğuk kanlı olmak zorundaydı, Chie için bunu yapmak zorundaydı. Yoko gitmek istiyorsa ona engel olamazdı ama en azından çocuğu bu durumun dışında tutmaya çalışmalıydı. Çalan zille düşünceleri bir anda dağılan Eylül kapıyı açtı.
Kıpkırmızı olmuş gözleriyle ona bakan Yoko bir anda Eylül'ün boynuna sarıldı ve ağlayarak bir şeyler anlatmaya başladı;
"Aldırmış, düşünebiliyor musun, aldırmış. Benim çocuğumu kendi elleriyle öldürmüş."
Eylül şaşkınlıkla Yoko'yu içeri götürüp oturttuktan sonra kendisi de yanına oturdu;
"Ne anlatıyorsun hiçbir şey anlamıyorum, sakin ol biraz. " Eylül'ün cümlesi bitmeden Yoko ona sarılarak ağlamaya devam etti.
Saatlerce bir yandan ağlayarak bir yandan olanları Eylül'e anlatan Yoko biraz sakinleşmiş görünüyordu. Eylül'se işlerin bu boyuta geldiğini öğrendiğinde hem sinirlenmiş hem de omzunda çaresizce ağlayan adama acımıştı.
Yoko'nun sakinleşmesiyle Eylül annesini arayarak Chie'yi okuldan almasını birkaç gün onlarda kalmasını söyledi. Sonra iki kahve yapıp Yoko'nun yanına geri döndü;
"Şimdi ne yapmak istediğine karar vermelisin, kalıyor musun gidiyor musun? Kalacaksan bir daha gitmemeye söz vermelisin."
Yoko yanında oturan Eylül'ün şefkatle tuttuğu eline baktı;
"Bütün bunlar senin elini bıraktığım için başıma geldi." diyerek Eylül'e sarıldı.
Eylül'ün ona aşık olmadığını biliyordu, ama her durumda yanında olduğunu da.
Eylül Yoko'ya aşık olmadığını biliyordu ama Yoko'nun ona aşık olduğunu da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder