Açık kalan perdeden sızan güneş ışığı odayı aydınlatıyordu, sıcak ve boğuk bir ışık olduğu için oda sis içinde görünüyordu. Küçük bir yatak ve o yatağa sığmaya çalışan iki kişi göze çarpıyordu. Açık kalan banyo kapısından yerdeki havlular ve rahatsız edici bir sesle damlatan musluk görünüyordu.
Gözlerini zorlukla açtığında vücudunun sıcaktan ve nemden yapış yapış olduğu hissetti, kafasını kaldırıp yanında terlemiş vücuduyla kıpırdamadan yatan adamı gördü. Gözleri belki uykusuzluktan belki de kendi doğası nedeniyle baygın ve umursamaz bakıyordu.
Ağır hareketlerle yataktan kalktı, üzerinde sadece beyaz askılı bir bluz ve külodu vardı, uzun kahverengi saçları darmadağındı, hemen üzerindekileri çıkarıp banyoya doğru gitti, lambası olmayan banyoyu aydınlatan tek şey duvarın üst kısmındaki küçük pencereydi. Zorla duvara tutunmaya çalışan duş benzeri bir borudan akan ılık suyun altına girdi ve bir süre hareketsiz öylece durdu. Sonra yerde duran sabunu alıp saçlarını yıkamaya başladı, suyun rahatlatıcı etkisiyle gergin olan yüz hatları biraz yumuşamıştı. Musluğu kapatıp yerden bir havlu alarak banyodan çıktı, adam hala kıpırdamadan yatıyordu. Üzerine sarındığı havluyla mutfağa doğru yürüdü masada duran sigaradan bir tane alıp kendine bir kahve hazırladı. Kahvesini yudumladığı sırada esneyerek mutfağa doğru gelen adamı farketti. Adam yüzünde saçma bir gülümsemeyle ona bakıyordu, bir süre adama baktı sonra sigarasından bir nefes çekip ayağa kalktı: "Acelen varsa hemen çıkabilirsin!"
Adam biraz şaşırmış biraz da bozulmuş bir ifadeyle ona baktı: "Ta... Tabi ben gidiyim artık."
"Kıyafetlerin salonda şey.. Adın neydi bu arada?"
"Adım Min Woo, seninki ne?"
Odasına doğru yürürken konuşmaya devam etti: "Her neyse Min Woo, çıkarken kapıyı çek!"
Adam sessizce giyinip çıkarken o da yatağının üzerine oturmuş kahvesini yudumlamaya devam ediyordu. Kahvesini bitirip kapakları olmayan soluk kahverengi dolabına doğru yöneldi, üstüste yığılmış kıyafetlerin arasından bir şeyler çekip çıkardı. Çıkardığı koyu renk t-shirt ve şortu giyinip saçlarını gelişigüzel topladı. Evden çıkarken girişte yerde duran bir kağıda gözü takıldı, kağıdı aldı üzerinde bir şeyler yazıyordu: "Tekrar görüşmek umuduyla, Junichi!"
"Junichi kimdi?" diye içinden geçirerek kağıdı buruşturup fırlattı ve dışarı çıktı. Yan komşusunun kapısında duran sütü ve gazeteyi alıp yoluna devam etti. On dakika kadar sonra sıcaktan kurumak üzere olan bir ağacın altındaki banka oturdu ve gazeteyi açıp bir yandan sütünü içerken bir yandan gazeteyi okudu. Okuması bittiğinde öğlen olmak üzereydi, kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı, güneş tam tepesinde sanki her günkünden daha da yakıcıydı. Gözlerini kapatıp eliyle terlemiş olan ensesini ovuşturdu, sonra kalkıp çalıştığı bara doğru yürümeye başladı.
Yıkılmak üzere gibi görünen dar kapılı bir binadan içeri girdi. İçerisi boğucu derecede karanlık ve sıcaktı, merdivenlerden aşağı doğru indi, daha karanlık ve daha havasız bir yere girdi. İçeride iki kişi vardı, onlara döndü:"Ben arkada yatıyorum biraz uyandırırsınız."
Yaşları ancak 20 olan iki genç adam tamam dercesine kafalarını salladılar. Bir tanesi yerleri silmekle, diğeri de bardaki bardakları dizmekle meşguldü. Bar genel olarak küçük bir yerdi, ufacık bir sahnesi ve sahnenin karşı tarafına düşen bir asma katı vardı.
Sahnenin arkasından açılan kapı kulis tarzı ama virane halde küçük bir salona açılıyordu. Burası da karanlık ve havasızdı, etrafa konmuş askılar ve elbiseler, küçük bir ayna, aynanın karşısında birkaç tane makyaj malzemesi vardı. Orada bulunan tekli koltuğa uzanıp gözlerini tavanda oldukça ağır hareketlerle dönen pervaneye dikti ve çok geçmeden uykuya daldı. Saat ona doğru yerleri silen genç adam gelip onu uyandırdı: "Sıran geldi Suflör" bir yıl önce bunu duyduğu ilk anda yaşadığı o umursamazlık hala gözlerinden okunuyordu.
En yakın arkadaşının ölümünden sonra giriştiği intikam planını kendince başarıya ulaştırıp zafer nidalarıyla ortalıkta dolanırken ufak bir detayı gözden kaçırmıştı, intikam silahı olarak kullandığı adama aşık olmuştu. Ama bütün olanları ağır bir şokla öğrenen adam bir daha onun yüzünü bile görmek istememişti. Pişmanlık ve hayal kırıklığıyla dolu kalbini biraz olsun avutabilmek için çok sevdiği abisinin yanına gitmişti. Ama abisinin yaşadığı tutkulu aşk hayatını mahvetmekle kalmamış bedenini ruhundan ayırmıştı. Abisini bu duruma düşüren kadını hiç değilse öfkesini kusmak için aramaya başlamış ve bulmuştu da. Ama Scarecrow'un halini gördüğünde belki de abisinin ölüp kurtulmasına şükretmesi gerektiğini düşündü. Çünkü kadının bitmiş bir hayatı, ağlamaktan yorgun bakan gözleri ve yalnız kalmaya mahkum edilmiş bir ruhu vardı. Bir yıl içinde yaşadığı bütün bu olayların onun hayatındaki etkisiyse; işinden atılması başka bir şehre, o eski eve taşınması, kesinlikle yalnız olması ve bunun yanı sıra her geceyi başka bir adamla geçirmesi ve saçma barda geceleri şarkı söylüyor olmasıydı.
Sahneye çıkmak için üzerindekileri değiştirdi, saçlarını açtı ve ağır adımlarla dışarı çıktı. İçerisi kalabalıklaşmıştı, ellerinde içki bardaklarıyla ölü gözlerle bakan gençler, onun için geceleri sığındığı barınak gibiydiler... Ve bazen yatağını paylaştığı...
Şarkısını söyleyip bara doğru geçti, işte gecenin ilk içkisiyle beraber yanına oturan gecenin ilk misafiri..
"Şarkı güzeldi.."
"Evet"
"Sen de fena sayılmazsın.."
İçkisine dönük olan gözlerini adama çevirdi, çatık kaşlarıyla ukala gülümsemesiyle ona bakan adamı inceledi. 29-30 yaşlarında, sıradan görünümlü ama keskin bakışları olan bir adamdı. Adam elini uzatarak yüzündeki gülümsemeyi daha ciddi bir ifadeyle değiştirdi:
"İsmim Yoko, tanışmak ister misin?"
"Gerek yok!" diyerek içkisini yudumlamaya devam etti. Birkaç saat boyunca adam hiç konuşmadan yanında oturmaya devam etti. Sabaha karşı bardan çıktığında yürümekte zorlanıyordu, başı dönüyor ve midesi bulanıyordu. Bu ilk defa olmuyordu, bu gibi durumlarda genelde barın yakınlarındaki bir parkta bir bankın üzerine atıyordu kendini. Yine öyle yapmaya karar verdi, arkasını dönmüş gidiyorken yere düştü, o sırada bir elin ona doğru uzandığını farketti. Bu bardaki adamdı, adamın elini tutup ayağa kalktı, bir süre hiçbir şey söylemeden adama baktı, sıradan bir adam olmasına rağmen tuhaf bir çekiciliği vardı:
"Gelmek ister misin?" dedi adama, adam gülümseyerek kafasını salladı.
Eve vardıklarında güneş daha doğmamıştı, adam kapıyı açmasına yardım etti, içeri girdiler. Hiç konuşmadan odasına doğru ilerledi, üzerindekileri çıkarıp kendini yatağa bıraktı.
Öğlene doğru güneş tüm sıcaklığıyla evi sarmıştı, gözlerini açmadan ilk farkettiği şey birinin elini sıkıca tuttuğuydu. Gözlerini açtı, yanında yatan adama baktı "Ah, evet Yoko!" dedi, sonra bir an şaşırdı, ilk defa yanında uyandığı birinin adını hatırlıyordu. Bunları düşünerek adama bakarken adam gözlerini açtı, yine geceki gülümsemesini takındı ve Suflör'ün hala tutmakta olduğu eli daha sıkı tutmaya başladı. Birden irkilen Suflör elini çekip aceleyle kendini banyoya attı. Uzun zaman sonra ilk defa hissettiği bu sıcaklık hemen kalbini terketmeliydi. Ne yaşadığı hayat ne de kendi buna hazır değildi. Banyoda yaklaşık bir saat geçirdi ve adamın gittiğini umarak banyodan çıktı, eve bir göz attıktan sonra adamın gittiğine emin oldu. ama bu onu rahatlatmamış aksine üzmüştü sanki. İlk defa birinin arkasından bunları hissediyordu. Karışık duygularını bir kenara atarak günlük hayatını rutin bir şekilde devam ettirdi.
Gece sahneye çıktığında istemsizce gözlerinin onu aradığını farkettiğinde hemen kendini toparlamaya çalıştı, zaten o da gelmemişti. Üç gün sonra bar yavaş yavaş boşalırken kapıdan giren Yoko'yla gözgöze geldiğinde aynı sıcaklıkla heyecanlandı.
Ertesi sabah şiddetli yağmurun cama vurmasıyla çıkardığı sesle gözlerini açtığında, yine tutmakta olduğu eli farketti. Gözlerini dikip dakikalarca o elin sahibini izledi, titreyen elleriyle Yoko'nun yüzüne dokundu. Yavaşça gözlerini açan Yoko ona bakarak gülümsedi...
Üç yıl geçmişti, Yoko'nun Yoko olduğu ve içini ısıttığı dışında hiçbir şey bilmeden geçen üç yıl... Hiçbir zaman onun hayatıyla ilgili bir şey sormamıştı ya da gelmediği gecelerle ilgili, zaten pek konuşmuyorlardı, ta ki Suflör'ün mide spazmı geçirip doktora gittiğinde doktorun söylediği şu söze kadar: "Bebek için daha dikkatli olmalısınız."
Şaşkınlık ve korku içinde bütün gece Yoko'yu bekleyen Suflör sabaha karşı çalan kapı sesiyle yerinden fırladı. İçeri giren Yoko tuhaf bir şey olduğunu farketmişti, odaya geçip yatağın üzerine oturdu ve meraklı gözlerle Suflör'e baktı. Suflör ne söyleyeceğini nasıl söyleyeceğini bilmeden kısık bir sesle: "Hamileyim..." diyebildi.
Yoko'nun meraklı bakışı yerini huzursuz bir ifadeye bırakmıştı, hiçbir şey söylemeden saatlerce düşünceli gözlerle Suflör'e baktı. Sabah olduğunda sessizce çıkıp gitti. Sabaha karşı sızan Suflör öğlene doğru uyandı, Yoko'nun gitmiş olduğunu hissedebiliyordu. Mutfağa doğru yürürken kapının altından atılmış olan bir kart buldu: "Jinekolog"yazıyordu kartın üzerinde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder