Dakikalardır gözlerini ayırmadan bilgisayarın ekranına bakıyor ve gözlerinden süzülen yaşlara engel olamıyordu. İki ay önce şifresini kaybettiği mail hesabını nihayet açmayı başarmıştı. Gelen kutusunda gezinip önemli bir mail var mı diye bakınırken onun ismini görmüştü, bir süre açıp açmamakta kararsız kalmış ve son konuşmalarını hatırlamıştı..
"Yeni resimlerimizi gönderdim sana, mutlaka görmelisin. O kadar eğlendik ki, keşke sen de olsaydın."
Sonra dayanamayıp maili açtı, gözleri mutluluktan parlayan arkadaşının gülen yüzünü görünce ağlamaya başladı ve dakikalardır öylece ağlıyordu.
Üç ay önce işleri dolayısıyla mecburen başka bir ülkeye yerleşmişti. Çocukluğundan beri en yakın hatta tek arkadaşı olan Beyza'yı gözyaşları içinde havaalanında bırakmıştı. On beş yıldır ilk defa ayrılıyorlardı, ama işlerini yoluna koyabilmesi için buna mecburdu. Bir süreliğine bu ayrılığa dayanacaklarına söz vermişlerdi ve tekrar biraraya gelecekleri günü sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Ama iki ay önce aldığı haberle büyük bir şok geçirdi. Bir daha onu göremeyecekti, bir daha asla bir araya gelemeyeceklerdi, Beyza artık yoktu.
Haberi alır almaz, geri döndü. Ama yapabileceği hiçbir şey yoktu, Beyza'nın soğuk solgun yüzüne son bir kez dokunabildi. Aynı gün hemen o şehri terketti. Bir daha asla oraya adım atamayacağını düşünürken, nefretle buna sebep olanların cezasını çekmesi gerektiğini sayıklıyordu.
Anlatılanlar onu delirtmeye yetmişti. Onun gözünde ve tabi diğer herkesin gözünde Jang ve Beyza eşsiz bir çiftlerdi. Onların aşkına geçen yıllar bile engel olamamıştı. Ama o kız her şeyi mahvetmişti. Beyza'nın her şeyden çok sevdiği aşkını elinden almış ve onu çaresiz, umutsuz bırakmıştı.
Bir yandan bütün bunlar kafasından geçiyor bir yandan da hala o resme bakıp ağlıyordu. "Aptalsın sen, beni bırakıp nasıl gidebildin. Değer miydi?" diye bağırıyordu.
İki aydır kendini evine kapatmış, hiç kimseyle konuşmadan, hiçbir şey yapmadan öylece yaşıyordu. Günlerce "ne yapmalıyım" diye düşündü durdu, sonrasında çaresizce yapılacak bir şey olmadığını, hiçbir şeyin bu acıyı dindiremeyeceğini farketti.
Sabah patronundan gelen "Artık işe dön yoksa her şey bitecek" uyarısını dikkate almaya karar verdi. Ertesi sabah hazırlanıp işe gitti. Hiçbir şey değişmemişti, hayat aynıydı, insanlar aynıydı, şehir aynıydı...
Şirketi yeni bir girişim yapıyordu ve yeni elemanlar almıştı. Sorumlu kişi olarak elemanları incelemesini istedi patronu. Listeyi eline aldı, hızla göz attı, masaya bıraktı. Tam arkasını dönüp giderken geri geldi, listeyi tekrar eline aldı ve bir isme odaklandı. Ardından titreyen elleri ve dolmuş kıpkırmızı gözleriyle odasına koştu. Listeyi hala elinde tutuyordu ve aynı isme bakıyordu "Netricia"...
İşte her şeyi mahveden, hayattaki tek dayanağını elinden alan kişi... Demek hayatına öylece devam edebiliyor, mutlu olabiliyor, çalışabiliyor, gülebiliyor, eğlenebiliyordu...
Bütün gün kafasından geçen binlerce düşünceyle savaşmıştı. Akşam olduğunda eve gitmek için şirketten ayrıldı, hava yeni kararıyordu, insanlar sokakları kaplamıştı, binlerce insan oraya buraya koşturuyor, gülüyor, konuşuyor, yaşamın keyfini çıkarıyorlardı.
Eve geldi, sanki bütün gün koşturmuş gibi yorgun hissediyordu. Işıkları yakmadan ayakkabılarını çıkarıp kendini sokak ışığıyla aydınlanmış salona sürükledi ve koltuğa oturdu. Kafasını koltuğun başına yaslayıp yüzünü tavana çevirdi. Karanlığın etkisiyle büyüyen gözbebekleri sokak lambasının ışığı gibi titriyordu. Birkaç dakika sonra gözbebeklerindeki titremenin yerini gözyaşları aldı. "Daha ne zamana kadar böyle umutsuzca ağlayacaksın" dedi bir ses. Ürkerek kafasını kaldırıp etrafa bakındı, kimse yoktu. Belki de kendi sesinden ürkmüştü...
Bir saat kadar sonra kendini toparlayıp yatağına gitti, evin ışıkları hala sönüktü, kendini yatağına bıraktı...
Ertesi sabah yeni elemanlarla birebir toplantı yapacaktı, kendine söz vermişti soğukkanlı davranacak ve tüm bu yaşadıklarını ona ödetecekti.
Elemanlar sırayla odasına geliyor yeni proje için çalışmalarını anlatıyor ve fikirlerini anlatıyorlardı. Sıra ona gelmişti, içinde bir titreme oldu, ama hemen silkelenip kendini toparladı. Kapıdan giren uzun boylu, zayıf kız ona döndü, güzel görünmesine rağmen soğuk ilgisiz bir tavrı vardı. Gülümsemiyor, ama dikkatle gözlerine bakıyordu, ona doğru uzatılan ele baktı..
"Merhaba, ben Netricia"
"Merhaba, ben de bölüm şefiniz, Suflör"
Netricia işle ilgili bir şeyler anlatırken Suflör kafasındaki düşünceleri durdurmaya çalışıyordu. Aklından öyle şeyler geçiyordu ki Netricia'nın söylediklerini duymuyordu bile. Onu kolundan tutup camdan atmayı bile düşünmüştü.
Dinlenilmediğini farkeden Netricia konuşmayı aniden kesti..
"İsterseniz daha sonra görüşelim"
Dikkatle kendine bakan Netricia ile gözgöze geldi..
"İyi olur, şu an odaklanamıyorum" dedi ve ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü. Netricia ilgisiz gözlerle onu izledikten sonra kalkıp sessizce odadan çıktı. Yine düşüncelere boğulmuştu, aslında karşısında tutkulu, çekici, ihtiraslı ve yalancı bir kadın bekliyordu. Ama Netricia bunların hiçbiriyle örtüşmüyordu. Yine de suçluydu ve cezasını çekmeliydi.
Günler hızla geçiyor Suflör düşmanını tanımak için onunla yakınlaşıyordu. Netricia'nın her anı her tepkisi ilk günki gibi soğuk ve ilgisiz oluyordu. Suflör yine de pes etmeden onun zayıf bir noktasını arıyordu.
Günler sonra mesai bitiminde Suflör iş yerinden çıkmış hızlı adımlarla evine gitmeye çalışıyordu. İnsanlara öylesine bakıyor ama aslında baktığını görmüyor gibiydi. O kalabalığın arasında tanıdık bir yüz gördüğünü farketti, olduğu yerde arkasına döndü, evet bu yüzü tanıyordu bu düşmanının yüzüydü ve ilk defa gülümsüyordu. Merakla o yöne doğru yürümeye başladı, oldukça kalabalıktı, insanların arasından zorlanarak yürüyor ve Netricia'ya bakıyordu. Hala gülümseyen yüzüyle ne kadar masum ne kadar çocuksu görünüyordu. Bu görüntü onu daha da meraklandırdı, iyice yaklaştığında birinin elini tuttuğu farketti, uzun boylu çelimsiz bir adam duruyordu yanında. Birlikte elele yürüyor ve bir şeyler konuşuyorlardı. Suflör olduğu yerde durdu, zafer kazanmış gibi keskin gözlerle onlara bakıp gülümsedi. Kalabalık durmadan hareket ederken onun için sanki dünya durmuştu. "Demek senin de zayıf noktan varmış" dedi ve kararlı adımlarla onlara doğru yürüdü.
"Netricia, merhaba"
Netricia önce şaşırdı sonra gülümseyerek "Merhaba" dedi. Suflör gözlerini hemen yanındaki adama çevirdi ve onu baştan aşağı süzdü. Netricia yanındaki adamı göstererek "Erkek arkadaşım Shun" dedi. Suflör hemen elini uzattı"Memnun oldum" diye gülümsedi. Kısa bir konuşmadan sonra herkes kendi yoluna devam etti. Suflör eve doğru giderken mutluluğu yüzünden okunuyordu. Karar vermişti Beyza'nın yaşadığı acıyı ona da yaşatacaktı.
Onların hayatına dahil olmak için kolları sıvayan Suflör, Netricia'nın ilgisiz tavırlarını kendi samimiyetiyle aşmaya çalışıyor, oldukça zorlanmasına rağmen pes etmiyordu. Ve çok geçmeden birkaç ay içinde bunu başarmıştı, Netricia'nın kilidini kırabilmişti. Birgün onları evine davet etti, başka bir gün beraber yemeğe çıktılar, sonra başka bir gün eğlenmeye gittiler. Başka bir gün bir tekneyle denize açıldılar...
Suflör'ün insana güven veren tavırları, samimi gülümsemesi ve içten sözleri Netricia ve Shun'un kalbini kazanmasını sağlamıştı, çok yakın arkadaş olmuşlar ve durumdan keyif alıyorlardı. Yeni yeni farkettikleri bir yönü daha vardı Suflör'ün; Suflör oldukça çekici biriydi. Ama ikisi de bunun kendilerine doğrultulmuş bir silah olduğunu farketmediler.
Suflör'ün onlara bakışıysa hep aynıydı, Netricia düşmandı Shun ise düşmanı yenmesini sağlayacak silahı. Suflör Netricia'nın Shun'a olan aşkından emin olunca artık tek yapması gerekenin Shun'u elde etmek olduğuna karar verdi. Bu işin en kolayıydı, çünkü o da bir erkekti. Tutkulu bir kıyafet, biraz alkol ve şefkatle tuzağa düşmeyecek bir erkek yoktu!
Ve Suflör Netricia'nın işten geç çıkacağı ve daha sonra onlara katılacağı bir gün Shun üzerinde de bu formülün işe yaradığını kanıtladı...
Formülün geçerliliğini kanıtlayıp keyifle silah olarak kullandığı adamın yanında uzanan Suflör odaya yaklaşan ayak seslerini gülümseyerek dinliyordu.
Netricia kapıyı hafifçe itekledi, önce yerdeki kıyafetleri sonra da yatakta sızan Shun'u ve yanında ona bakarak gülümseyen Suflör'ü gördü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder